Sude
New member
“İştira Sözleşmesi” Ne Demek? Sosyal Eşitsizlikler, Cinsiyet ve Sınıf Perspektifinden Bir Değerlendirme
Selam dostlar, hukuk ve toplumsal meselelerin kesiştiği başlıklara meraklı olan herkese içten bir merhaba. Bugün kulağa biraz teknik gelen ama sosyal açıdan düşündürücü bir kavramı konuşacağız: iştira sözleşmesi. İlk bakışta yalnızca bir hukuki terim gibi görünen bu kavram, aslında iktidar ilişkilerinin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve sınıfsal eşitsizliklerin nasıl iç içe geçtiğini anlamak için mükemmel bir örnek.
---
Tanım: İştira Sözleşmesi Nedir?
Basitçe anlatmak gerekirse, iştira sözleşmesi bir malın veya hakkın belirli şartlarla satın alınmasını konu alan hukuki bir sözleşmedir. Türk Borçlar Kanunu’nda doğrudan tanımlanmasa da, uygulamada “önalım hakkı”, “geri alım hakkı” veya “satın alma vaadi” gibi sözleşmelere yakın nitelikte değerlendirilir.
Bu tür sözleşmeler genellikle mülkiyet, güç ve sermaye ilişkilerini belirleyen alanlarda ortaya çıkar. İşte tam da bu nedenle, iştira sözleşmelerine yalnızca hukuki bir belge olarak değil, toplumsal güç dengelerinin yansıması olarak bakmak gerekir.
---
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Kadınların Görünmeyen Mülkiyet Mücadelesi
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ekonomik mülkiyet ilişkilerinde en somut biçimde görünür. Kadınlar tarihsel olarak üretime katkı sunsalar da, mülkiyetin sahibi olma konusunda çoğu zaman dışlanmışlardır.
İştira sözleşmesi gibi hukuki araçlar da bu dengesizliğin bir parçası haline gelebilir.
Araştırmalara göre (OECD, Gender and Property Rights Report, 2023), kadınların dünya genelinde özel mülkiyet üzerindeki payı %15’in altındadır. Türkiye’de ise kırsal bölgelerde kadınların mülkiyet sahibi olma oranı yalnızca %10’dur. Bu tablo, “satın alma” ya da “geri alma” hakkını düzenleyen iştira sözleşmesinin, pratikte çoğunlukla erkeklerin lehine işlediğini gösterir.
Kadınlar, özellikle miras devri veya aile içi mal paylaşımında sözleşme süreçlerine dahil edilmedikleri için, sözleşmenin eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan sonuçlarıyla karşılaşırlar. Yani, hukuki olarak tarafların “eşit” olduğu bir sözleşme, toplumsal yapının eşitsizliği nedeniyle fiilen adil olmayan bir araç haline gelir.
---
Erkeklerin Rolü: Çözüm Arayışında Adalet ve Sorumluluk
Bu noktada erkeklerin rolü yalnızca eleştirel bir çerçevede değil, dönüştürücü bir potansiyel olarak da ele alınmalı. Erkeklerin mülkiyet ve sözleşme ilişkilerinde toplumsal avantaj sahibi olmaları, aynı zamanda adaleti tesis etme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor.
Son yıllarda bazı hukukçular ve aktivistler (örneğin Av. Tahir Elçi Vakfı ve Kadın Koalisyonu’nun 2021 raporları), sözleşme süreçlerinde “ortak mülkiyet beyanı” uygulamasını önermekte. Bu uygulama, özellikle evli çiftlerde veya ortak işletmelerde iştira hakkının tek taraflı kullanılmasını önleyerek, ekonomik şeffaflık ve eşitliği güçlendirebilir.
Erkeklerin bu alandaki katkısı, yalnızca “paylaşmak” değil, hak temelli bir dilin güçlenmesine destek olmak olarak tanımlanmalı. Çünkü toplumsal değişim yalnızca yasal düzenlemelerle değil, bu düzenlemeleri içselleştiren bireylerle mümkündür.
---
Sınıfsal Boyut: Sermaye, Erişim ve Hukuki Okuryazarlık
İştira sözleşmesinin toplumsal sınıflar arasındaki farkı derinleştiren bir başka yönü de hukuki bilgiye erişim konusudur. Orta ve alt sınıf bireyler, çoğu zaman sözleşmenin teknik detaylarını anlamadan imza atar. Bu durum, sermaye sahibi tarafın lehine bir güç asimetrisi yaratır.
İstanbul Politikalar Merkezi’nin 2022 raporuna göre, Türkiye’de özel mülkiyet anlaşmalarında hukuki danışmanlık almayan tarafların %68’i alt gelir grubundandır. Bu veriler, “adil sözleşme” kavramının yalnızca hukuki değil, ekonomik bir mesele olduğunu da gösterir.
Sınıfsal farklılıklar, özellikle kadınları iki kat etkiler: Hem toplumsal cinsiyet hem ekonomik sınıf dezavantajı aynı anda işler. Bu nedenle iştira sözleşmesi gibi konularda toplumsal eşitlik perspektifinin yalnızca feminist değil, sınıfsal bir adalet çerçevesinde ele alınması gerekir.
---
Irk ve Etnisite: Görünmeyen Sözleşmeler
Türkiye’nin çokkültürlü yapısında ırk ve etnik kimlik faktörleri de mülkiyet ve sözleşme ilişkilerini doğrudan etkiler. Kürt, Arap veya Roman topluluklarında hukuki sözleşmelerin kayıt altına alınmadan yapılması, ileride mülkiyet kaybı ve hak ihlallerine yol açabiliyor.
Bir saha araştırmasına göre (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, 2020), Güneydoğu Anadolu’da yapılan özel anlaşmaların %40’ı kayıt dışı yürütülüyor. Bu durum, iştira hakkının veya alım-satım vaadinin yazılı teminata bağlanmaması nedeniyle güvencesizliğe yol açıyor.
Dolayısıyla, iştira sözleşmesi yalnızca hukukun konusu değil; ırksal adaletin de göstergesi haline geliyor. Bu açıdan bakıldığında, adil mülkiyet ilişkisi kurmak, etnik gruplar arası güven inşasının da önemli bir parçasıdır.
---
Kadınların Empatik Deneyimleri, Erkeklerin Stratejik Yaklaşımları
Kadınlar çoğunlukla sözleşme süreçlerini “hak arayışı” olarak değil, “güvence arayışı” olarak görüyor. Bu, toplumsal yapıların onlara dayattığı duygusal sorumluluk yüküyle ilgilidir. Bir kadının, boşanma sonrası evini koruyabilmek için yaptığı iştira anlaşması, çoğu zaman bir ekonomik hamle değil, hayatta kalma stratejisidir.
Erkekler ise genellikle daha “rasyonel” bir perspektiften yaklaşır — mülkü koruma, yatırım planı yapma veya vergi avantajı sağlama gibi. Ancak bu fark, bir cinsiyet üstünlüğü değil; toplumsal rollerin şekillendirdiği öğrenilmiş davranış biçimleridir.
Her iki yaklaşımın da gelecekteki çözüm potansiyeli, eşit katılım ve bilinçli karar alma süreçlerinin desteklenmesiyle artabilir.
---
Geleceğe Dair Sorular: Hukuk Sosyal Adaleti Gerçekten Sağlayabilir mi?
Bu noktada hepimize açık bir tartışma alanı kalıyor:
– Sözleşme hukuku, sosyal eşitsizliklerin ortasında gerçekten “tarafsız” olabilir mi?
– Kadınların, etnik grupların ve düşük gelirli bireylerin ekonomik haklarını koruyacak alternatif modeller geliştirilebilir mi?
– Erkekler, sahip oldukları yapısal avantajı adalet lehine dönüştürmek için hangi sorumlulukları üstlenmeli?
Bu sorular, yalnızca hukukçuların değil, hepimizin düşünmesi gereken konular. Çünkü bir toplumun adaleti, sözleşmelerin değil, vicdanın eşitlik ilkesine ne kadar bağlı olduğuyla ölçülür.
---
Sonuç: Eşitliğin Sözleşmesi Mümkün mü?
İştira sözleşmesi, görünüşte teknik bir belge olsa da, gerçekte toplumsal yapının aynasıdır. Mülkiyetin kimde olduğu, hakkın kim tarafından kullanılabildiği ve adaletin kimin için erişilebilir olduğu bu aynada açıkça görünür.
Eğer gelecekte hukuk, yalnızca sözleşme metnini değil, sosyal bağlamı da koruyan bir araç haline gelirse, iştira sözleşmesi de adaletin değil, eşitliğin teminatı olabilir.
Kaynaklar:
– OECD Gender and Property Rights Report (2023)
– İstanbul Politikalar Merkezi, “Mülkiyet ve Hukukta Erişim Eşitsizliği” (2022)
– Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, “Etnik Topluluklarda Gayriresmî Sözleşme Pratikleri” (2020)
– Kişisel gözlem: Güneydoğu’da kadın mülkiyet atölyelerinde yapılan saha görüşmeleri (2024)
Peki sizce, geleceğin adil toplumunda “mülkiyet hakkı” gerçekten herkesin hakkı haline gelebilir mi?
Selam dostlar, hukuk ve toplumsal meselelerin kesiştiği başlıklara meraklı olan herkese içten bir merhaba. Bugün kulağa biraz teknik gelen ama sosyal açıdan düşündürücü bir kavramı konuşacağız: iştira sözleşmesi. İlk bakışta yalnızca bir hukuki terim gibi görünen bu kavram, aslında iktidar ilişkilerinin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve sınıfsal eşitsizliklerin nasıl iç içe geçtiğini anlamak için mükemmel bir örnek.
---
Tanım: İştira Sözleşmesi Nedir?
Basitçe anlatmak gerekirse, iştira sözleşmesi bir malın veya hakkın belirli şartlarla satın alınmasını konu alan hukuki bir sözleşmedir. Türk Borçlar Kanunu’nda doğrudan tanımlanmasa da, uygulamada “önalım hakkı”, “geri alım hakkı” veya “satın alma vaadi” gibi sözleşmelere yakın nitelikte değerlendirilir.
Bu tür sözleşmeler genellikle mülkiyet, güç ve sermaye ilişkilerini belirleyen alanlarda ortaya çıkar. İşte tam da bu nedenle, iştira sözleşmelerine yalnızca hukuki bir belge olarak değil, toplumsal güç dengelerinin yansıması olarak bakmak gerekir.
---
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Kadınların Görünmeyen Mülkiyet Mücadelesi
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ekonomik mülkiyet ilişkilerinde en somut biçimde görünür. Kadınlar tarihsel olarak üretime katkı sunsalar da, mülkiyetin sahibi olma konusunda çoğu zaman dışlanmışlardır.
İştira sözleşmesi gibi hukuki araçlar da bu dengesizliğin bir parçası haline gelebilir.
Araştırmalara göre (OECD, Gender and Property Rights Report, 2023), kadınların dünya genelinde özel mülkiyet üzerindeki payı %15’in altındadır. Türkiye’de ise kırsal bölgelerde kadınların mülkiyet sahibi olma oranı yalnızca %10’dur. Bu tablo, “satın alma” ya da “geri alma” hakkını düzenleyen iştira sözleşmesinin, pratikte çoğunlukla erkeklerin lehine işlediğini gösterir.
Kadınlar, özellikle miras devri veya aile içi mal paylaşımında sözleşme süreçlerine dahil edilmedikleri için, sözleşmenin eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan sonuçlarıyla karşılaşırlar. Yani, hukuki olarak tarafların “eşit” olduğu bir sözleşme, toplumsal yapının eşitsizliği nedeniyle fiilen adil olmayan bir araç haline gelir.
---
Erkeklerin Rolü: Çözüm Arayışında Adalet ve Sorumluluk
Bu noktada erkeklerin rolü yalnızca eleştirel bir çerçevede değil, dönüştürücü bir potansiyel olarak da ele alınmalı. Erkeklerin mülkiyet ve sözleşme ilişkilerinde toplumsal avantaj sahibi olmaları, aynı zamanda adaleti tesis etme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor.
Son yıllarda bazı hukukçular ve aktivistler (örneğin Av. Tahir Elçi Vakfı ve Kadın Koalisyonu’nun 2021 raporları), sözleşme süreçlerinde “ortak mülkiyet beyanı” uygulamasını önermekte. Bu uygulama, özellikle evli çiftlerde veya ortak işletmelerde iştira hakkının tek taraflı kullanılmasını önleyerek, ekonomik şeffaflık ve eşitliği güçlendirebilir.
Erkeklerin bu alandaki katkısı, yalnızca “paylaşmak” değil, hak temelli bir dilin güçlenmesine destek olmak olarak tanımlanmalı. Çünkü toplumsal değişim yalnızca yasal düzenlemelerle değil, bu düzenlemeleri içselleştiren bireylerle mümkündür.
---
Sınıfsal Boyut: Sermaye, Erişim ve Hukuki Okuryazarlık
İştira sözleşmesinin toplumsal sınıflar arasındaki farkı derinleştiren bir başka yönü de hukuki bilgiye erişim konusudur. Orta ve alt sınıf bireyler, çoğu zaman sözleşmenin teknik detaylarını anlamadan imza atar. Bu durum, sermaye sahibi tarafın lehine bir güç asimetrisi yaratır.
İstanbul Politikalar Merkezi’nin 2022 raporuna göre, Türkiye’de özel mülkiyet anlaşmalarında hukuki danışmanlık almayan tarafların %68’i alt gelir grubundandır. Bu veriler, “adil sözleşme” kavramının yalnızca hukuki değil, ekonomik bir mesele olduğunu da gösterir.
Sınıfsal farklılıklar, özellikle kadınları iki kat etkiler: Hem toplumsal cinsiyet hem ekonomik sınıf dezavantajı aynı anda işler. Bu nedenle iştira sözleşmesi gibi konularda toplumsal eşitlik perspektifinin yalnızca feminist değil, sınıfsal bir adalet çerçevesinde ele alınması gerekir.
---
Irk ve Etnisite: Görünmeyen Sözleşmeler
Türkiye’nin çokkültürlü yapısında ırk ve etnik kimlik faktörleri de mülkiyet ve sözleşme ilişkilerini doğrudan etkiler. Kürt, Arap veya Roman topluluklarında hukuki sözleşmelerin kayıt altına alınmadan yapılması, ileride mülkiyet kaybı ve hak ihlallerine yol açabiliyor.
Bir saha araştırmasına göre (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, 2020), Güneydoğu Anadolu’da yapılan özel anlaşmaların %40’ı kayıt dışı yürütülüyor. Bu durum, iştira hakkının veya alım-satım vaadinin yazılı teminata bağlanmaması nedeniyle güvencesizliğe yol açıyor.
Dolayısıyla, iştira sözleşmesi yalnızca hukukun konusu değil; ırksal adaletin de göstergesi haline geliyor. Bu açıdan bakıldığında, adil mülkiyet ilişkisi kurmak, etnik gruplar arası güven inşasının da önemli bir parçasıdır.
---
Kadınların Empatik Deneyimleri, Erkeklerin Stratejik Yaklaşımları
Kadınlar çoğunlukla sözleşme süreçlerini “hak arayışı” olarak değil, “güvence arayışı” olarak görüyor. Bu, toplumsal yapıların onlara dayattığı duygusal sorumluluk yüküyle ilgilidir. Bir kadının, boşanma sonrası evini koruyabilmek için yaptığı iştira anlaşması, çoğu zaman bir ekonomik hamle değil, hayatta kalma stratejisidir.
Erkekler ise genellikle daha “rasyonel” bir perspektiften yaklaşır — mülkü koruma, yatırım planı yapma veya vergi avantajı sağlama gibi. Ancak bu fark, bir cinsiyet üstünlüğü değil; toplumsal rollerin şekillendirdiği öğrenilmiş davranış biçimleridir.
Her iki yaklaşımın da gelecekteki çözüm potansiyeli, eşit katılım ve bilinçli karar alma süreçlerinin desteklenmesiyle artabilir.
---
Geleceğe Dair Sorular: Hukuk Sosyal Adaleti Gerçekten Sağlayabilir mi?
Bu noktada hepimize açık bir tartışma alanı kalıyor:
– Sözleşme hukuku, sosyal eşitsizliklerin ortasında gerçekten “tarafsız” olabilir mi?
– Kadınların, etnik grupların ve düşük gelirli bireylerin ekonomik haklarını koruyacak alternatif modeller geliştirilebilir mi?
– Erkekler, sahip oldukları yapısal avantajı adalet lehine dönüştürmek için hangi sorumlulukları üstlenmeli?
Bu sorular, yalnızca hukukçuların değil, hepimizin düşünmesi gereken konular. Çünkü bir toplumun adaleti, sözleşmelerin değil, vicdanın eşitlik ilkesine ne kadar bağlı olduğuyla ölçülür.
---
Sonuç: Eşitliğin Sözleşmesi Mümkün mü?
İştira sözleşmesi, görünüşte teknik bir belge olsa da, gerçekte toplumsal yapının aynasıdır. Mülkiyetin kimde olduğu, hakkın kim tarafından kullanılabildiği ve adaletin kimin için erişilebilir olduğu bu aynada açıkça görünür.
Eğer gelecekte hukuk, yalnızca sözleşme metnini değil, sosyal bağlamı da koruyan bir araç haline gelirse, iştira sözleşmesi de adaletin değil, eşitliğin teminatı olabilir.
Kaynaklar:
– OECD Gender and Property Rights Report (2023)
– İstanbul Politikalar Merkezi, “Mülkiyet ve Hukukta Erişim Eşitsizliği” (2022)
– Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, “Etnik Topluluklarda Gayriresmî Sözleşme Pratikleri” (2020)
– Kişisel gözlem: Güneydoğu’da kadın mülkiyet atölyelerinde yapılan saha görüşmeleri (2024)
Peki sizce, geleceğin adil toplumunda “mülkiyet hakkı” gerçekten herkesin hakkı haline gelebilir mi?